Papatyalar soldu bende. Birer birer döküldü ömür dallarından. Çiçekler baharlara elveda dedi. Tek tek koparılan yaprakları, kuşların yuvalarına meze oldu adeta. Ağaçlar mevsimlere sığınmış, yaprakları bir güz ayında sersem sersem dökülür usulca, umutsuzluğa bürünen dalların hüzünlü uçlarından.
Ezilmiş otların yeşile çalan cennetinde, ağlayışlar duyulur her atılan adımda. Sessizliğin çığlıkları tüm hücrelerimi sağır eder, beynimin en ücra köşelerinde sözcüklere hayat veren duyguların toplama merkezinde.
Varlığımı armağan ettiğim onlarca sebebin yok oluşu birer birer. Ve Her gülüşün hüzünlü hıçkırıkları tutuyor anıları anlatılan cümlelerin her kelimesinde. Oysa tüm akışları gülüşlerine bağlamıştım hayatın. Ne o gülüşlerden eser kaldı, ne de papatya yapraklarından.
***
Eylül’ler hangi hüzünleri ardına bıraktı bir bilsen. Hangi kelimeleri aldı hayatımızdan. Hangi ağaçların son yapraklarını savurdu insafsız rüzgarlardan, vurdumduymaz çöllere. Hangi çiçeğin son bakışı oldu.
Hangi isyanlar yükseldi gökyüzüne. Kaç Ekimi bekledi umutlar. Kaç Kasım coşkudan yağmurlara teslim oldu. Kaç yıldız söndü gönül dünyalarında.
Eylül bende unutulmaz anıların film şeridi adeta. Çınar ağacımın devrildiği, geleceğimin gölgesiz kaldığı ve vicdan güneşinden kaçamadığım, tüm duygu uzuvlarımın yakıcı sıcaktan birer birer eridiği bir mahşer ayı adeta.
***
Sabahın soğuğunu bedenimin tüm zerrelerinde hissettiğim kış sonları. Eller soğuktan çatlamış. Titrer ruhumun derinliklerinde üşüyen düşler. Traktör römorkleri yük gibi insan taşıdı yıllarca. Hep umutlar yarınlara bırakıldı ve o yarınlar hiç bir zaman gelmedi. Bu sene bitsin diye diye bitecek sene kalmadı ömür sayfalarında.
Takvimden günler düşerken, düşmeyen maskeler halen gizliyor ruhsuz bedenin duygusuz yüreğinde. Ne açığa çıkar ne de ölür.
Baharın gülen yüzü, çiçeklerin şahı, gelinciklerin ilhamı, tarlaların nefesi, emekçinin haykıran sesi, bir gelin gibi ışıldayan pamuk çiçekleri.
Gökyüzünün gözyaşlarıyla serpillenen dal boyları. Yaza açılır dediğimiz nice güzellikler var. Kışları karı görmeyen toprağın susamış gözeneklerinde hayata merhaba diyen pamuk çiçekleri.
Körelmiş duygularla beslenmiş bir bedenin nefessiz kalan geleceğini yeniden yeşertmek bir daha hayata başlamak kadar zordur. Genç heyecanların arzuları kadar değersiz ve geçiciydi sevilmek.
Sayısız kez haykırarak atmosfere süslü kelimeler yolladım, saygısızca dağlara çarpıp bana geri geldiler. Ve yine yüzüme çarptılar hunharca.
***
Şimdi oturup buğdayı veren başaklar gibi umudumun yeniden sümbüllenmesini mı bekleyeyim?
Yoksa bir makas vurup dalları başaksız mı bırakayım?
Veyahut bir çakmakla yakıp yok mu edeyim bedenimin ince sızılarında gizlenen tüm duyguları?
Bir şiire bile dize olamamış onca hislerin varlığından ne umayım?
Kafiye olmuş olmamış ne fark eder yürekten kaleme akan sözcüklerde?
***
Hayatımın anlamaya aç olan tüm düşüncelerimi yazılara döktüm.
Ne kelimeler yolladım derin hislerin karanlık kuyularına?
Ne cümleler kurdum olmayan geleceğin vicdansız kaygılarında?
Ne paragraflar döktüm yeniden doğmayan baharların solmuş çiçeklerine?
Ne şiirler yazdım yanımdayken bile hasret çektiğim çocuklarıma?
Ve ne kitaplar yazdım sayfalara sığmayıp yüreğimin derinliklerinde üşüyen düşlerde sakladığım?
Beynimin her hücresinde binlerce kitap.
Tozlanmış raflarında duruyor öylece.
Hayatı okumadan ölümü okuyoruz.
Yaşamadan ölmeyi tahayyül ediyoruz.
Ve nihayetinde yaşamadan birer birer ölüyoruz.
…
Sevgi ile kalın
…
msebihaltun