Kopyası çekilmiş anılar

Pencerenin kenarında bekleyen kuşlar, kuyruğuyla oynayan kediler ve az ötede geçmişe emanet ettiğim anılar bugün bir başka heyecanlı geldi.

Kopyası çekilmiş anılar

Kapanan gözlerime beyaz perdeye yansıyan sahneler gibi şeritler diziliyor. Birbiri ardına sıralanan kelimeler bir cümle olamayacak kadar beceriksiz. Dönmüyor dilim. Söylenemiyor bazen söylenecekler. Çıkmıyor avazımdan levazımlar.

Son mektubu okumayacak hüzünlü dudaklar. Duymayacak sağır olasıca sessizliği maharet edinmiş kulaklar. Açılmıyor zarf. Yırtılmamış kağıtlar. Ve her şey sol yanına sığmayacak kadar küçüldü değerinde.

Ah anılar.

Görmeyecek. Belki de renkleri gözyaşlarına sığdıramayan gözlerin feri söndü. Suyun rengine aldandı bakışlar.

Aç camı. At aşağı tüm hüzünlü anıları. Beklediğin yarınların gittikçe uzaklaştığı bir geleceğe ulaşamazsın bilir misin?
Sen yaklaştığını zannedersin. O geldiğin kadar gitmiştir. Hep ulaşacağını tahayyül ederek tebessümle koştun. Ama o hep aynı tempoda uzaklaştı. Ve, ne sen ulaşabildin, ne de onlar olduğu yerde kaldı.

Bir bakmışsın ulaşamadan kapanmış ömür perdesi.
Tiyatro bitti.
Oyuncular dağılıyor.
Seyirciler alkışları bıraktı.
Koca salonda tek başına boş perdeye bakarsın.
Yönetmen senaryoyu topluyor. Kameraman kaploları sol koluna sarıyor. Az sonra karanlığa teslim olacak salon. Ve temizlikçi ‘boşaltın hadi’ diye mırıldanır.
Akşama bir iki saat erken gitmenin planları dolaşıyor beyninin en ücra köşelerinde.

***

Duvarda asılı duran adam nereye gidip baksan hep sana bakıyormuş izlenimi veriyor ya ve sanki hep seni takip ediyor.işte onu gibi yaşadıkça Azrail’in nefesini ensemde hissediyorum. Nereye gitsem dönüp baktığımda hep bana bakıyor sanki. Ayın olduğu tarafa doğru koşmaya başlarsında yakalayamazsın. Sen koştukça o da ters yönde uzaklaşır sanki. Müferreh bir hayata yaklaştığını zannedersin de zandan öteye gidemediğini unutursun.

Neyse onu boşver de gökyüzüne bir bakar mısın?
Yıldızlar bir parıldıyor ardınsıra, bir kayıyor bir de yanıp sönüyor bazen. Tuttuğum dileklerim sözcük olmadan kaybolur. Hızına yetişemez duygularım. Gökyüzü çılgınca haykırıyor bu akşam. Yıldırımlar gürlüyor sessizliğime. Şimşekler çakıyor yanlızlığıma. Ve yağmurlar yağdı sussuzluğuna hayatın. Bir canlılık gelsin çiçeklere.

***

Şiirler yangın yeri.
Kimler yanıyor dizelerde?
Kimler su seriyor bakışlara?
Ya da kimler hapsolur tutkulara? Söndüremeden küle döner yürekler.
Kimler ateşe benzin döktü, körükle? Kimler yangından duygu kaçırıyor?
Kapış kapış kapışılıyor kalemlerden sözcükler. Akrostiş şiir gibi harflerden mana arar umutsuzca. Bir kelime duyunca aklına gelenler sayfaları dolduracak kadar derin. Ama anlatacak bir kelime dahi bulamaz şair. Hani laf cambazı derler ya. Onları da susturan hisler vardır elbette.
Her gülü gördüğünde ötseydi bülbül.
Gül olur muydu o zaman sevgili, gül.

***

Sabahların soğuğu üşütür ruhumu. Ne giysem ısıtmaz bedenimi. Kışları sevmedim usta. Yok yakacak sobada. Ayaklarım da papuç. Sırtımda parka. Sokakların taşlarında çıplak ayaklı çocuklar. Yüreği buruk babaların gözlerinde ışıltısını kaybetmiş gri tonlu bir hayat.

Ayağına cennet serilen annelerin yüreği üşüyor usta. Ayağında cennet kalbinde cehennem. Yüzünde göstermelik tebessüm, yüreğinin derinliklerinde acıdan kor alevler.

***

Yeme beni Kamuran. Sen de iyisi değilsin. Ama nasılsın diyene cevabın olsun diye mırıldanır leblerin.
Gülersen dünya güler masmavi gökyüzü altında.

Ağlarsan, sen ağlarsın sessizliğin haykırışlarında. Duymaz seni kulağı insanlığa kapalı bedbaht.

Serme ayaklarıma gülüşleri.
Sonra hüzünler boğar düşlerimi.
Kalırım tek başına yapayalnız.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu