Hayat Yaşamak

“Bir kitap okudum ve hayatım değişti.”, “Bir kitap okudum ve kafamdaki tüm sorular cevaplandı.

Hayat yaşamak

“Bir kitap okudum ve hayatım değişti.”, “Bir kitap okudum ve kafamdaki tüm sorular cevaplandı.”, “Bir kitap okudum ve kitapla arkadaş oldum.”, “Bir kitap okudum ve …” gibi cümleler hiç kurdun mu? Ben duymuştum ama biraz abartılı bulmuştum.

Her okuduğum kitaptan ayrı bir keyif aldığımdan, bir kitabın tüm kitapları kapsayacak bir etkisi olabileceğine hiç ihtimal vermemiştim. Geçen haftaya kadar… “Engin Geçtan’ın “Hayat” adlı kitabını bir solukta okudum. Konuşur gibi sohbet eder gibi yazmış.

Karmaşık ve komplike meseleleri “Ali topu tut.” der gibi açıklamış. Yüreğimde kelimelendiremediğim çıkarımlar, kafamda cevabını kimsenin bana veremeyeceği sorular, “Ya böyle nasıl olacak?” dediğim durumlar vardı. Sanki 2002 yılında hepsini bilmişte ona göre yazmış. Tabi ki kitap kapağındaki uçan kuşlar da ayrı bir güzellik. Kitap, yazarın kendi anılarından, okuduklarından, mesleki bilgilerinden ve hayatı nasıl yaşadığından yola çıkararak yazdığı denemelerden oluşuyor. Ben bu yazıda sizinle kitaptan alıntılar paylaşacağım.

 

Kitapta Hintlilerin ve Batılıların düşünce biçimlerinin arasındaki farklılığa Jung’un bakış açısından açıklıyor. Anladığım kadarıyla bir Hindu düşünceyi algılıyor fakat düşünceyi hayatının merkezine koymuyor. Kendi öz varlığından, ilkel benliğinden gelen bilgilerle birlikte hayata bütünsel yaklaşıyor.

 

“Hindular mantıklı olma konusunda olağanüstü zayıftır. Genellikle imgeler ve öğretici öyküler içeriğinde düşünür, mantığa başvurma gereği duymaz. Bu aslında Doğu’nun bütünü için temel bir durum..” sy 15

hayat yazar

Ben de mantığın, matematiksel çıkarımların teknolojide ve iş hayatında işe yaradığını, diğer yandan insan ilişkileri, bireyin var olma mücadelesi söz konusu olduğunda işe yaramadığını hatta ters teptiğini gözlemliyor ve deneyimliyorum.

Hayatın gözle görünen, elle tutulan, sözle söylenenlerin ötesinde çok özel bir anlamı, her bireye özel bir mesajı var. Bunu denklemler kurarak, gerçeklik analizleri yapıp mantık süzgecinden geçirilerek bulunabileceğine inanmıyorum.

“Bilimin egemen olduğu bir kişilik , ilkel yanlarından kopuk olduğu için ehlîleştirmeye açıktır, bunun sonucu olarak da biz Batılılar, yüksek disiplinli , iyi örgütlenmiş ve mantıklı varlıklarız.

Ama diğer yandan bilinçdışı kişiliğimizin bastırılmasına izin verdiğimiz için, ilkel insanın bilgeliğini ve uygarlığını anlama ve takdir edebilme imkanından yoksun bırakılmışız…” sy18

Kitabın devamında bilimsel sürecin etkisi altında oluşan narsist kişilik bozukluğu ve bunun sonucunda dönüşen insan ilişkilerinden çarpıcı bir şekilde bahsediyor.

“Duygusal olarak sığ, yakın ilişkilerden korkan sahte bir iç görüye sahip, cinselliğin karmaşasına düşkün, yaşlılık ve ölüm korkularıyla dolu yeni narsistler geleceğe olan ilgilerini yitirmişlerdir.” Sy 31

Kitapta günümüzde yaşanan ilişkilerden de bahsediliyor. Narsist insanların ilişkileri, hayata bakışları ve insanları konumlandırmalarıyla ilgi çok güzel çıkarımlar var. Ben burada ilişkilerin aslında nasıl olması gerektiğiyle ilgili “anlamak” kelimesini açıklayan bölümü paylaşmayı tercih ediyorum.

“…Anlamak, kendimize ait bir yaşantıyı idrak etme anlamını taşıyabilir. Ancak diğer insanlar söz konusu olduğunda , anlamak sözcüğü bir başka insanı değerlendirebilmiş ya da tanımlayabilmiş olmak gibi anlamalar taşıyabilirse de o insanı hissedebilmiş olduğumuzu ifade etmeyebilir. Bu nedenle, bu sözcüğün zaman zaman birbirimize ulaşabilmemizi engellediğini bile düşünüyorum.

Çünkü bana göre aslolan, birlikte olduğumuz insanı hissedebilmek ve ona yaşadıklarımızı hissettirebilmektir ki bu ikisi zaten eşzamanlı olarak yaşanır. Aksi takdirde bir öznenin bir nesneyi anlaması gibi paylaşmaktan yoksun bir yaşantı söz konusudur Günümüz dünyasında “mışçasına ilişkiler” salgın halinde, insanlar birbirlerine ulaşamaz, birbirlerini hissedemez haldeler.

Bu da “sohbet”in yerini “karşılıklı ya da çoklu monologlar” ve “geyik”; “keyif”in yerini gürültüyle uyarılma eşliğinde eğlence” aldı. Giderek artan sayıda insan, ilişkisizlik sonucu, tek kişilik gösterilerine seyirci ya da monologlarına dinleyici talep eder halde…” sy70

Böylesi bireylerin oluşturduğu toplumda da bir takım yapay değerler yaratılıyor. Ve insanlar kendilerini iyi hissettireceğini düşünerek kötü körüne bu değerlerin peşinden koşturuyor. Zenginliklerini, ödüllerini, sosyal statülerini başarı olarak adlandırıyorlar. Geçtan başarı kelimesinin anlamını çok güzel açıklamış.

“… “Başarısız” ya da “başarılı” tarzında değerlendirmelerle her zamankinden daha sık karşılaşılır oldu. Bu sıfatlar daha çok, çeşitli türde performanslarla ve kendini pazarlamayla ilgili olarak kullanılıyor gibi.

Bu nedenle bazı insanların hangi nedenle “Başarılı” ya da “ünlü” olarak nitelendirildiklerini anlamaz oldum. Bence, başarı sözcüğünü mutlak kullanmak gerekiyorsa, başarının hayatın neresine yerleştirilebileceğinin tek bir cevabı olabilir: hayatın kendisine.”

Bir sonraki paragrafta da başarının hayatın kendisine nasıl yerleştirilebileceğini anlatmış.

“Bence aslolan, hangi şekilde olursa olsun, insanın olabildiğince, kendisini kendi olarak hissedebileceği bir hayatı sürdürebilmeyi gerçekleştirebilmesi. …Bir şeyi isteyerek ve severek yaparken ulaşılacak sonucun baskısı zaten yaşanmaz, sonucu düşünerek yaptığımızda ise istek kaygıya dönüşebilir.

Çünkü çoğu zaman başarı kendisini şartlı kabul edenlerin ya da vaktiyle şartlı kabul edilmiş olanların, kendilerini kabul edebilmelerinin tek ve mutlak şartı. Üstelik sonuca ulaşıp kendini başarılı hissettiğin anın ardından insanı yeniden boşluğa düşüren ve daha da öteye koşmaya yönelten bir tuzak.” Sy88

Kitap 181 sayfa, üzerinde yazılacak ve tartışılacak çok konu var. İyisi mi ben bu yazıyı fazla uzatmayayım. Kalanını diğer yazımda paylaşayım. Sana çok ama çok başarılı bir hayat dilerim

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu